Nişanyan "Yanlış Cumhuriyet" kitabı eleştirisi

Zamanında kardeşim saydım Murat Can Gökdemir söyledi, Sevan Nişanyan diye birinin var olduğunu. Kendisinin birçok alanda çalışması olan zengin birikimli biri olduğunu birkaç çalışmasını inceleyerek kolayca fark ettim. Ne yazık ki bu düzeyde bir birikimi tüm tarihsel, siyasal ve toplumsal koşulları göz ardı edecek düzeyde tek bir siyasal amaç uğruna kullanarak düşüncelerini bu yönde ilerlettiğini gördüm "Yanlış Cumhuriyet" kitabını okurken. Bu amaç ise yalın biçimde “İngiliz Mandacılığı” olarak tanımlanabilir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu döneminde geçirdiği sancıları büsbütün gerileme nedeni saymıştır. Eline geçirdiği her fırsatı yukarıda sözünü ettiğimiz amaç uğruna yorumlamıştır. O zaman hakkında her çağ için olduğu gibi gereği gibi düşünüp çalışmayan çabalamayan insanların bilgisizliği ile görgüsüzlüklerini sömürmek için yazmıştır. İlettiği sorunların gerçek olduğu yadsınamaz. Mustafa Kemal ve Atatürkçülüğe getirdiği eleştiriler özellikle hukuk ve hukuk devleti alanında gerçekçi ve yerindedir. Özellikle heykeller ve diğer bencilce büyüklenme göstergesi sayılabilecek etkinlikler üzerinden Atatürk ve Atatürkçülere yaptığı eleştiri yerindedir.
Sıkıntılı saydığı 1908-1950 arası tarihsel süreçte en sıkıntılı ve bütün güncel toplumsal sorunlarımızın kaynağı olarak gördüğü zaman yoğunluklu 1922-1935 yani devrimler dönemidir. Düşüncelerinin mantıklı gerekçeleri okuyacak birçok insanı kolaylıkla kandırabilecek olan Nişanyan iki temel kusur işlemektedir:

İlki Dil devrimi konusunda yazdıklarıdır. Bu alanda "Kelimebaz" gibi Türkçe kökenbilim sözlüğü çapında bir yapıt ortaya koyabilen biri için hem yanlı hem de yetersizdir. Bu konuda görüş sunan ve yaşasa "harf devrimine" direnebilecek olan Ömer Seyfettin'in "Yeni Lisan"ına bir tek gönderme yapmayarak olaya gerçekte nasıl baktığını ortaya koymuştur. Düşünceleri tek yönlüdür ve tersi yönde düşünenlerle buluştuğu konuları bile göz ardı edebilecek biçimde tutucu bir kafa yapısı sunmuştur. Bu konuda ileri sürdüğü uluslararası örnekleri hiçbir kaynağa dayandırmadığı gibi bunlar da kulaktan dolma ve güncel olmayan birçok kusurlu bilgiye yer vermiştir.
Örneğin Japonların erkeklerin tarihsel olarak yalnızca Kanji -Çin’den alınan biçim yazısı- kullandığı bilgisi kusurludur, Kanji yanında kendilerinin üretip kullandıkları Hiragana ve Katakana'dır (-106-107. Sayfa- )
Öteki sorun ise olağan biçimde başta sözünü ettiğimiz amaç uğruna (İngiliz Mandacılığı) tarihsel gerçekleri çarpıtarak yorumlamasıdır. Bunun için İngilizleri her alanda yüceltmekten kendisini alıkoyamaz, Churchill ve Loyd George gibi siyasal hırsları yüzünden tutarsızlık ve ahlaksızlıkla suçlanan ve dönem hakkında yayımlanan İngiliz Arşivlerinde de bu tutumlarını açıkça ortaya koymuş olan kişilerin davranışlarını bile ussallaştırmaktan kendisini alıkoyamamaktadır. Sanki Sykes Picot’u Fransızlar ile imzalayıp ülkemizin tüm maddi kaynaklarını sömürmek için ve bizi yıkmak için Çanakkale’ye bütün sömürge ülkelerinden asker çıkartan bir İngiltere yoktur da Atatürk olmasa ve Kurtuluş savaşı yapılmasa bizi dünya devi yapacak bir koruyucu melek vardır. Cumhuriyet dönemi ilk genelkurmay başkanı olan Fevzi Çakmak’ın anılarında belirttiği “Yalnızca kaba kuvvetten anlayan işgalciler topluluğu”ndan olan İngiltere; Nişanyan’a göre ülkemizi günümüzdeki sancılı ortama düşmekten koruyabilecek tek ve biricik devlettir. Kendisinin diğer yazılarından ve hapishane mektuplarından da bildiğimiz üzere bağımsızlığın bir ulus için ne derece önemli bir olgu olduğunu ve bunun için toplumun neleri göze alabileceğini kendisi göz ardı etmektedir. Bir ülkeyi ileri taşıyacak olan yetişmiş uzmanlaşmış ve ahlaklı insan gücüdür. Fakat bu türden bir insan kaynağının yok olmasının nedeni Atatürk müdür? Yoksa Çanakkale cephesini açığa onlarla birlikte geleceğimizi yutan İngilizler midir? O zaman ki Galatasaray Lisesi yıllar boyu mezun verememiştir? Darülfünun, İstanbul üniversitesi ve diğer okulların öğrencilerine ne olmuştur da meydanı Nişanyan’ın her yönüyle eleştirdiği Atatürk’e bırakabilmişlerdir? Olan Şey bu yüce gönüllü ve fedakâr vatan evlatlarını İngilizlerin vahşi açlığının yuttuğudur. Bizim elli yıllık geleceğimizi çalan ve bundan sonra da dinimize ırzımıza ve en önemlisi ulusal bağımsızlık ve gurumuza göz diktiğini Lozan öncesi askeri belgelerde “Bu Türklerin pılısını pırtısını toplayıp Orta Asya’ya yollamak” amacıyla ortaya koyan bir devlet nasıl olur da bize kurtarıcı olabilir? Fakat Nişanyan’ın bunu anlamasını beklemek çok güçtür; çünkü kendisi maalesef Türkiye’de yetişmiş bir Ermeni’dir. Sıkıntı onun Ermeni olmasında değil, ulusal onurdan ve bağımsızlık anlayışından yoksun yetişmiş olmasıdır. Onun açısından yaşam her koşulda mandadır ve bu yüzden ona göre “Ermenistan gücün ve paranın birkaç kılkuyruğun elinde toplandığı az gelişmiş bir devlet”tir. Bunu belirtmekten de utanmaz, aç ama özgür olmanın değerini anlamasını beklemek zordur.
İkincisi sürekli en uç ve sıkıntılı örnekleri verip bazı temel bilgileri sakınarak bilinçli biçimde Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sonrası içine düştüğü yokluk durumunun tek sorumlusu olarak Atatürk’ü ve onun içki sofrasındaki arkadaşlarını öne sürmesidir. İlk durum için belirttiğimiz biçimde 1. Dünya Savaşında ve öncesindeki savaşlarda ülkemizin en önemli insan kaynakları cephelerde düşmanlara yem olmuş, vatan için şehit düşmüştür. Öyle ki askeri kayıtlara göre Sakarya Savaşı sonunda orduda bulunan toplam asker sayısı yaklaşık 120000 iken çoğu silahlı olan kaçak sayısı 70000 kadardır. Bu rakamlar Nişanyan için bir şey ifade etmeyebilir; fakat bunlar günümüzdeki sorumsuz toplumun ahlaksızlığın öncelikli kaynağı ve Mustafa Kemal'in yönetim açısından zorbalaşmasının başlıca nedenidir. 120000e 70000 demek cephede savaşıp eşini çocuğunu gözetimsiz bırakan iki vatansevere karşılık, onların eşine çocuğuna ve malına tecavüz etmeyi kendisine yaşam yolu belleyen bir yavşakların bulunması demektir. Nişanyan bu durumu büsbütün görmezlikten gelmektedir. Türkiye’nin nasıl bir toplumsal çöküntü içinde olduğunu günümüzün rahat koşulları içinde değerlendirirken çok sevdiği ve Ali Nesin ile Şirince’de köyünü bile kurduğu “matematiği” kullanmamaktadır.
Nişanyan’ın bu üzücü tutumu yalnızca Atatürk’e karşı da değildir. Dinimizin kurucusu Peygamberimiz hakkında da ağır sözler söylemeyi kendisine alışkanlık edinmiştir. Günümüz Türkiye koşullarının onun için ne kadar acınası bir ortam olarak göründüğünü yadsımıyorum, fakat bunu oluşturan etmenlerin başında onun gibi gerçekliği bulduğu düşüncesi ile ona karşı düşünen herkesi en ağır biçimde eleştirme yetkisini kendisinde bulan muhalif aydın kesiminin olduğunu da unutmamak gereklidir. Kendisinin haklı olduğu düşüncesi ile dolup taşan herkes büyüklenme ile bir tirana ve diktatöre dönüşebilir ki ne kadar güzel işler başarsalar da onları gerçekten tanıma eğiliminde olmayanlar için bu yeterli bir saldırı nedenidir. Nişanyan’ın da mantık ve tutum olarak Atatürk’ten farklı bir kişiliği yoktur. Aralarındaki tek temel fark birinin matematikle hobi olarak ilgilenmesi diğerinin tüm edimlerinde matematiği biricik ölçüt olarak benimseyip davranışa geçmesidir, yoksa birine bütün bir devlet öbürüne de yalnızca bir belediyenin emanet edilmiş olması yaptıklarının uzun vadeli sonuçları açısından gerçek bir fark oluşturmaz. Nişanyan’ın bu nedenle birilerini eleştirmeye yeltenmeden önce kendisine çekidüzen vermesi daha doğru bir tutum olacaktır. Yoksa kimsenin günümüzde bize çocukken sevinçten uçmamıza yol açan çocuk bayramını bırakan Atatürk’le, şeker bayramını bırakan Hz. Muhammed’in yanında Nişanyan’ın düşüncelerini ne dinlemeye ne de sindirmeye gerekli görmeyecektir.
Ondan çok genç biri olarak elbette benim ona bu eleştirileri sunmam da yerinde görünmeyebilir. Fakat bu konuda bir şey söylemesi gerekenlerin kısaca Nişanyan’ın tutuklanması ile konuyu kapattıklarını düşünüyor görünmeleri, beni böyle bir yazı yazmaya itmiştir. Fakat sivri dilli bir düşünür olan Nişanyan'ın artık ölümü arar gibi davranmasına göz yummak istemiyorum. 
Bir Türk olarak adımızın artık Aziz Sancar'ınki gibi düzgün ve yararlı çalışmalarda anılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Bunu da ancak Nişanyan gibi düşünürleri halkın anlayıp dinleyebileceği bir söz, konuşma ve davranış aralığına çekmekle olanaklı olduğunu düşünüyorum. Yoksa insan harcamak kolay, bizim yetişmiş ve yaptığı işlerde kendisine güvenen kişileri harcamak alışkanlığımız. Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, II. Abdulhamit, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, İskilipli Atıf Efendi, Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Akif gibi vatan ve ulus severleri de sıkça harcadık. Sonuç ortada. İnsanlarımızın kusurlu davranışlarına çeki düzen vermek başka şey, onları bizim istediğimiz gibi düşünüp davranmadıkları için sonuna kadar ezmek tüketmek başka şey. Nişanyan için de benzer bir süreç işliyor. İnsan olarak kusurlu birçok yönü var, fakat hepimiz Allah'ın kulu olarak eksiğiz ve Nişanyan gibi açığa çıkmamış olsa da yanlışlar yaptık yapıyoruz. Artık acımasızca kendimizi ve çevremizdekileri cezalandırmaktan vazgeçmeliyiz. Geleceğe odaklanmalıyız. Geçmişi yinelemekle bir şey kazanamayız.

Dilimiz sürçtü ise bağışlayın. Allah her şeyin en doğrusunu bilir, umalım ki bizi ona iletir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Algısızlık uçurumu

Uygarlığın ve Kişiliğin Temeli: Sorumluluk